Türk Milli Eğitimine Genel Bakış

Share

Eğitim, Varlık ya da Yokluk 

Milletleri özgür, bağımsız ünlü ve yüksek bir toplum olarak yaratan güç EĞİTİM’dir.” K.ATATÜRK

Yakın Geçmişte Memleketimizde Eğitimin Varlığı ya da Yokluğu

Eğitim genel olarak, bireyin toplum içerisinde veya yalnız yaşamını sürdürebilmesi için bilgi, beceri, donanım ve anlayışını geliştirmesindeki çabasına yardımcı olmak diye tanımlandığı gibi bu güne kadar binlerce değişik tanımı yapılmıştır. Bu yazıda Türkiye’de bireylerin yakın geçmişten günümüze uzanan zaman içerisinde yaşadıkları eğitim-öğretim sorunları, bu sorunların nedenleri ve çözüm önerileri kaleme alınmıştır. Yazı, Ocak 2017’de MEB tarafından yayınlanan taslak müfredata tepki olarak kaleme alınsa da müfredatın içeriği burada eleştirilmeye ihtiyaç duyulmamıştır.

Osmanlı devletinin 1800’lü yılların sonlarında aldığı ağır askeri ve politik yenilgiler sonucu gelişemeyen pek çok diğer yapı gibi eğitim düzeninin eksik ve yetersiz kalması ile 1900’lü yıllara giren devlet sarsıcı bir ölüm kalım mücadelesine girmiş, zaten az sayıda olan nitelikli ve eğitimli vatansever çocuklarını kütlevi halde ne yazık ki kaybetmiştir. Eğitimde çok kısıtlı imkânlarla varlığını korumaya çalışan ülke Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla yeni bir kuşak yetiştirme çabasına girişilmiştir. Kurucu Cumhurbaşkanımız Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde eğitimde görülmemiş derecede büyük düzeltme ve yenilikler yapılmış daha önce yalnızca belli bir kesimin eğitilmesi yerine bütün halkın eğitim görmesi gerektiği düşüncesi ile çağdaş bir eğitim yöntemi benimsenmiş ve uygulamaya başlanmıştır.

1900’lü yılların ikinci çeyreğine girildiği zamanlarda halkın yaklaşık olarak %70’inin köy ve kasabalarda yaşıyor olması türlü maddi sıkıntılar yaşayan ülkede eğitim faaliyetlerinin yavaş ilerlemesine sebep oluyordu. Avrupa’da yaşanmaya başlamış olan sanayi devrimi sonrası kapitalleşen avrupa hükümetlerin, ülke nüfuslarını köyden kentlere göçe teşvik etme ve böylelikle ucuz iş gücünden yararlanıp çağdaş kölelik düzenine geçtiği zamanlarda,  ülkemizin yeni hükümetleri kent ve köy nüfusunun bulundukları yere eğitim götürmeyi seçtiler. Fabrikalar kurup insanları kente getirmek yerine fabrikaları hammaddenin kaynağı olan taşralara kurdu. Taşraya okullar yaparak, köy enstitülerinde yetiştirdiği öğretmenleri gönderdi. Böylelikle tümevarım yöntemi uygulanmış olacak her ailenin, köyün, kasabanın ve dolayısıyla kentin doğal büyümesi sağlanacaktı ama bu yol uzun, güç ve sabır gerektiren bir yoldu. Bu dönemin eğitim düzeninde yetişen pek çok ünlü ve başarılı isim vardır ancak, uzun süre dünyanın en genç profesörü ünvanı elinde bulunduran Oktay Sinanoğlu’nun, Ankara’da liseyi Türkçe olarak bitirmesinden sonra dünyada elde ettiği başarıların altında yatan en önemli sebebin dâhilikten değil kendi döneminde yurdundaki nitelikli eğitim düzeni olduğunu söylemesi, yine 2015 Nobel Kimya Ödülünü kazanarak ülkemize büyük bir gurur yaşatan Prof. Dr. Aziz Sancar, “Başarımı memleketime ve Cumhuriyet devrinin başlattığı eğitime borçluyum’ demesi önemlidir. Yine tarihte Türk milletinin bağrından Piri Reis,  El-Cezeri,  Sabit Bin Kurra,  Harizmi,  Ali Kuşçu,  Birûnî, İbn-i Batuta, Farabi, İbn-i Rüşd, İbn-i Sina, Hazerfen, Fergani, Uluğ Bey, Buhari, Taberi, Ebu Hanife, Maturidi,  Nizâmülmülk gibi bilim, düşünce ve felsefe alanında öncülükleri ile dünya çapında ünlü bilim, felsefe ve düşünce insanları çıkmıştır.

Türkiye’nin 1950’lerde çok partili yaşama geçmesiyle, bütün ülkede olduğu gibi eğitim düzenin de büyük değişim yaşadı. Ülkenin yatırımcılara, girişimcilere açılması kentlere yeni fabrikaların açılmasına, bu ise köylerden kentlere büyük göç dalgalarına sebep oldu. Kentler nüfus olarak büyürken nitelik ve yetersizlikleri büyük sorunlar doğurup günümüze kadar ulaşmış olan kentleşme sorunlarını beraberinde getirdiler.  Kentlere gelen birinci kuşak alışageldiği köy kültürünü kentte yaşayamayınca ikinci kuşak için kısmen eğitimin önemi ön plana çıktı. Daha önce tarım ve hayvancılık üzerine kurulu olan düzen değişen müfredat ve eğitim düzenleri ile ülkenin nitelikli kişi ihtiyacı karşılanmaya çalışıldı.

Sonrasında ise 1980’den beri Türk eğitim düzeninde uygulamaya konulan, ancak daha olumlu/olumsuz sonuçları alınmadan uygulamadan kaldırılan çok sayıda “reform” adı verilen değişiklikler yapılmıştır ve yapılmaya devam etmektedir. Türk eğitimi yazboz tahtasına çevrilmiş, eğitimciler, öğrenciler ve veliler sürekli değişen yeni düzenleri yıllardır anlamaya ve uyum sağlamaya çalışmaktadırlar. Görülmüştür ki bir düzen ve kural bütünlüğü içerisinde ele alınmayan ve gerekli alt yapı oluşturulmadan uygulamaya konulan değişikliklerin getirdiği düzenler, çözümlerden çok sorun üretmektedir.

Peki yakın geçmişimizde haklımızın eğitime bakış açısı nasıldı? Neden çocuklarını okula gönderdiler veya göndermediler?

Cevapları hepimiz aslında çok iyi biliyoruz ama uluslararası bir ortamda bildiklerimizden ayrı konuşuyoruz. Ortalama bir Türk ailesi, eğitimi çocuğunun geleceği için bir yatırım aracı olarak görür ve onun gelecekde maddi bir sıkıntı çekmemesi için meslek sahibi olması gerektiğini düşünür. Uluslararası toplantılarda veya müfredat öneri ve raporlarında ise insan eğitiminin altında yatan gerçek sebepleri, var olan ama uygulanamayan program ve standartlar anlatılıp geçilir. Yani yazılı kaynaklar Ankara’dan ülkede taşra okullarına ulaşmaz. Ulaşmaktan kasıt, kâğıtların ulaşması değil düşünce ve tekniğin uygulanamamış olmasıdır.

Bütünüm bunlara karşın özellikle geçtiğimiz 40 yıl içerisinde Türk haklının eğitime bakış açısında kayda değer bir gelişme olduğu, idarecilerin ise rapor, müfredat ve standartlar konusunda büyük yol aldıkları bir gerçekliktir. Ancak bunlar istenilen çağdaş uygarlıklar düzeyine ulaşma amacından çok çok uzaktır. Sebebine gelecek olursak yanlış düzende yetişen idarecilerin yine çocuklarına yanlış düzeni dayatması olarak açıklanabilir ve ne yazık ki bu geleneksel bir döngü olmuştur.

Eğitim ve Öğretim

Matematik, bilim, edebiyat, felsefe, sanat vs. gibi dalların mükemmel öğretilmiş olması bireyi eğitimli yapmaz. Eğitim; öğretim ve kültürle bir bütündür. Milli ve manevi değerler üzerine kurulmayan bir eğitim düzeninden mezun olan bir birey, ülke için gizli, her an ortaya çıkabilecek, oluşabilecek bir tehlike durumundadır. Çünkü aldığını sandığı eğitim üzerine oturmamış, çoğu yarım ve yanlışlarla dolu olduğu halde kendisini elindeki diplomayla yetkin, uzman kabul ettirme çabasına girer. Bu ise bir düzen kuramayan veya düzene uyum gösteremeyen, araştırmaktan ve düşünmekten uzak, yönlendirmeye uygun bireyler yetişmesine sebep olur.

Eğitim ve öğretim birey doğduğu anda, hatta anne karnında başlar. Nasıl yemesi, konuşması, yürümesi gerektiğini ilk yıllarda öğrenirken beynin gelişmesiyle birlikte genel ahlaki kurallarla bağlı olarak neleri konuşmaması, yapması veya yapmaması gerektiğini öğrenerek diğer bireylerle iletişim halinde büyük bir aşama kaydeder.

Çocuklarını okula gönderen ailenin gerçekte beklentisi; çocuklarının beynini etkin kullanmayı, temel iletişim becerilerini öğrenmesi ve geliştirmesi, mutlu ve ahlaklı bir birey olarak yetişmesi olmalıdır. İlköğretim boyunca temel dallar bireye öğretilmekle beraber belki aile ortamında öğrenemeyeceği pek çok olumlu ve olumsuz davranışı da görme, deneme, yaşama fırsatına kavuşur. İlköğretim hayatı boyunca temel olarak bireyin kol dersleri öğrenmesinin yanı sıra ahlaki ve kültürel eğitimini de tamamlamış olması beklenmelidir. Yani, 8 yılını tamamlayan bir birey temel matematikle gündelik hayatındaki hesaplamaları yapar yeterlikte olmalı, Türkçe yazılı ve sözlü kaynakları tam anlamıyla anlayabilmeli ve kendisi, özgür olarak duygu ve düşüncelerini anlatabilme ve açıklayabilme becerisi kazanmış olmalıdır. Temel fen ve sosyal bilgileri sayesinde dar/küçük ve geniş/büyük dünyayı algılamış, evrenle beraber kendi ölçeğinin farkına varmış olması gerekmektedir. Diğer yardımcı derslerle toplumsa yaşamda karşısına çıkabilecek olası sorunlara çözümler geliştirmeye başlamış olmalıdır. Özellikle eğitim öğretimde 12 yılı tamamlayan birey; sorgulama yapabilen, tartışma kültürünü edinmiş, farklı düşünce ve görüşlere saygı duyan, hoş görü kazanmış, toplumda ailesi olmaksızın kendi başına ayakta durabilecek yeterlik, güven ve donanıma sahip olmalıdır.

Ülke için bireyin bu temel bilgileri öğrenmesinden daha önemli olanı ise bu bilgilerin nasıl ve nerede kullanılması gerektiğinin öğrenimidir. Kendine ve büyüklerine saygı, küçüklerine sevgi, koruma, yardımlaşma, araştırma ve sorgulama, doğruluk ve adalet, özveri, duygu ve öz saygı gibi pek çok kavram üzerinde uygulamalı eğitim almalıdır. Örneğin, kopya çekilmesine izin veren bir öğretmen öğrencilerindeki öz saygıyı zedeleyeceği gibi doğruluk ve adaletten söz etme hak ve özgürlüğünü de kaybetmiş olur. Korkulan odur ki, bilgi hırsızlığı ve adaletsizlikle eğitimini tamamlayan birey, toplum içinde fırsat buldukça, adaletli davranmaz ve diğer bireylerin veya kamunun hakkını gasp etmekten çekinmez. Ancak yukarıda sayılan ve benzeri konu ve özellikler dikkate alındığında ödül, ceza, saygı, sevgi, özveri gibi konularda gelişimini tamamlamış bireyin gerçek bir  ‘’yurda ve millete yararlı kişi’’ olması beklenir.

Birey, eğitim ve öğretime alındığı ilk günden düzenli olarak kişisel eğilim, yatkınlık ve yetenekleri izlenmeli, değerlendirilmeli ve bu veriler, bilgiler ailenin de yardımı ile uğraşı, iş seçimi konusunda kılavuz olarak kullanılmalıdır.  Daha çok yarışma, daha başarılı bireyler yetiştirmez, çünkü yarışmacıların koşulları eşit değildir. Eğitimini tamamlamış olan her birey değerlidir ancak Einstein’ın dediği gibi “Siz bir balığı, ağaca tırmanma yeteneğine göre yargılarsanız, balık tüm ömrünü aptal olduğuna inanarak geçirecektir.” Bireyler de sadece belli değerleri ölçen sınav ve çoktan seçmeli sınav türlerinden aldıkları sonuçlara göre bölümlere ayrılamaz.

Gelelim tekrar özürlü döngümüze,

Döngü nasıl değişebilir?

Kötü bir düzende yetişmiş olan bireyler nasıl olurda iyi bir düzen ortaya koyar ve iyi bireyleri yetiştirebilir?

Bunun ilk şartı uygulanan düzenin büyük yanlışlarla dolu dökülen, çöken bir yığın olduğunu kabul etmek olacaktır. Sonrasında, bakanlık içerisinde bilim dünyasından ve deneyimli eğitimcilerden oluşan bir çalışma takımı kurularak derin, ayrıntılı araştırmalar yapılmalıdır. Öncelikli olarak dünyada var olan başarılı ve başarısız eğitim yöntemleri, uygulamaları, örnekleri milli kültür ve varlığımız göz önüne alınarak incelenmelidir. Yapılan ilk çalışmadan elde edilen, sonuç değerlendirmeleri yapılırken aynı zamanda eğitim alan ve eğitimlerini tamamlamış bireyler üzerinde nicel ve nitel araştırmalar yapılıp mevcut sistemin olumsuz ve olumlu yönleri incelemeye alınmalıdır. Bütün bu inceleme, araştırma ve değerlendirmelerden çıkan sonuç çok iyi tartışılıp tartıldıkdan sonra kısa, orta ve uzun süreli strateji planları kapsamında müfredata yansıtılmalıdır. Öncelikli olarak öncü bölgeler seçilmeli buradaki yeni düzen öncesi ve sonrası değişimler özenle gözlemlenmelidir. Müfredatın eksiksiz, özürsüz olması tek başına başarıyı elbette getirmeyecektir. Öğretmenlerin ve idari görevlilerin düzenli olarak eğitim seminerlerinden geçmeleri psilolojik ve mesleki yeterlilik yeteneklerinin artırılması amaçlanmalıdır.

“Yaşam boyu öğrenme” yaklaşımı, sanayi toplumunun değerlerine göre oluşmuş eğitime ilişkin kavram, değer ve ilkelerin bilgi toplumunun ihtiyaçları doğrultusunda yeniden tanımlanmasını gerekli kılmaktadır. Bu eğitimlerle birlikte Halk Eğitimi Merkezleri ve okul aile birliği gibi kurumlar ilişkilendirilerek ailelerin hayat boyu eğitim çalışmalarına etkinliklerine devam etmesi sağlanmalıdır. Her birey aile içersinde (veya zamanı geldiğinde) toplumun temel taşı olan annelik ve babalık sorumluluklarını en iyi biçimde yerine getirebilecek bilgi ve donanıma sahip olmalıdır. Unutulmamalıdır ki anne-babalık dünyanın en önemli sorumluluklarıdır. Bütün bu eğitim süreci içerisinde temel eğitim ihtiyaçlarıda giderilmeli, kesinlikle okullar fiziki olarak velilerin yardımına muhtaç duruma düşmemelidir. Bu durum veliler ve öğrenciler arasında eşitsizliğe sebep olacağı gibi imkân sahibi veliler açısından çocuğunun eğitimi için elinden geleni yapmış olma gibi yanlış bir duygu oluşmasına sebebiyet verebilmektedir.

Sonuç olarak ilk eğitimden yüksek eğitime kadar yurt içindeki kurumlardan mezun olan bireyden sorgulama yapabilen, tartışma kültürünün edinmiş, farklı düşünce ve görüşlere saygı duyan, hoş görü kazanmış, kurallara uyan, işini sıkı bir düzen içerisinde en iyi biçimde zevkle yapan, her bireyin emeğine saygı gösteren, toplum ve aile içerisinde saygı ve sevgiyle davranan, gerektiğinde özveride bulunan nitelik, özellik ve değerler beklenmektedir. Bu bireyler yakın gelecekte kişi başına milli geliri ileri ülkeler düzeyine çıkmış, yaşam niteliği yüksek, ileri teknoloji ihraç eden, sokaklarında dinginliğin ve barışın egemen olduğu birey, aile mutluluğu ve huzurunun olduğu bir Türkiye’yi oluşturur. Bu Türkiye ise dünyaya önderlik edebilecek güce erişmiş olacaktır. Çünkü gelişmiş orduya, zengin yer altı kaynaklarına sahip olmak tek başına müreffeh ve çağdaş bir ülke kurabilmek için yeterlilikden oldukça uzaktır. Görüldüğü gibi günümüzdeki iç ve dış bütün sorunlarımızın kaynağı eğitimdir ve içinde bulunduğu bu kötü durumdan çabucak çıkmak zorundadır.

Ne yazık ki Ocak 2017 de yayınlanan yeni eğitim müfredatı tek başına çözüm için yetersiz gözükmektedir. Yetersizliği, içeriğinden veya çalışma yönteminden değil, yalnızlığındandır. Eğitimi bir bütün içerisinde ele almayan bütün çözüm yöntemleri, sorunu daha da karmaşık hale getirip bireylerin sürekli değişen bir düzen-uygulama karşısında devlete olan güvenini sarsacak, azaltacak bu da uygun zaman, uygun durum bulunduğunda beyin göçüyle sonuçlanacaktır.

Türk Dünyası birliğinin sağlanmasında da eğitimin önemi çok büyüktür. Bu amaçla dili bir, gönlü bir, Ata’sı bir, tarihi bir, kültürü bir, aynı anlam pınarından beslenen Türk boylarını; Dilde, Fikirde, İşte Birlik Yolu anlayışında buluşturacak bir eğitim yapısı Türk Millî Eğitimi müfredatında yer almalıdır. Türk dünyasında; köklü geçmişten güçlü geleceğe “dilde, fikirde, işte birlik” eğitimle sağlanır.

Eğer toplumsal uzlaşı ile sadece bir başlık altında buluşabilmemiz mümkünse bu hakkımızı eğitimden yana kullanalım. Çünkü kimlik, güven, güç, göç, terör, ekonomi, adalet, doğruluk, yolsuzluk, birlik gibi tüm sorunların kaynağıdır. Hep birlikte eğitimde bugünün ve yarının Türkiye’si için elimizi taşın altına koyalım.

Mustafa KESKİN

 

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.