BEŞİNCİ YILINDA 15 TEMMUZ

Share

 

(EYLÜL 2016 da kaleme aldığım yazı ve bir değerlendirme.)

1980’li yıllarda değişen dengeler, küreselleşme ve küresel sermayenin ön plana çıkması, bunun yanında gelişen teknoloji ile birlikte dünyada iki önemli kıt kaynağın, su ve enerji kaynaklarının, önem kazanması yenidünya düzeni kurucularının gözünü tekrar Ülkemize ve Milletimize çevirmiştir.

12 Eylül öncesinin Soğuk Savaş şartlarında, Türkiye’nin jeopolitik durumu ve pozisyonu, küresel iki blok arasında sıkışması, süper güçlerin adeta karşılaşma alanı ve oyun sahası olması Ülkemizde o dönemde yaşananlarda önemli bir etkendir.

12 Eylül darbesine giden sürecin taşları, 1970’li yılların umursanmayan, tehlikeli ve tuzaklarla çevrili günlerinde döşenmiştir. Ülkemizin durumu, 1960 sonrası artan, içine girdiği sosyal şiddet ve toplumsal cepheleşmenin doruğa ulaşmasıyla, 1980 öncesi yıllarda karanlık ve kanlı günleri yaşayarak içinden çıkılmaz bir hal almıştır.

Başkalarının nam ve hesabına çalışan ajanların ektiği fitne tohumları denetimsiz ve kontrolsüz büyüyen habis ur gibi metastaz yaparak toplum ve devlet bünyesine yayılmış ve Ülkeyi tesiri altına almıştır. Bu şekilde yıkıcı emeller taşıyan yerli ve yabancı oyuncular, oluşumlar, istihbarat servisleri aradıkları imkân ve iklimi kolayca bulmuşlar ve değerlendirmişlerdir.

Böylece diğer darbe teşebbüsleri ve darbelerde olduğu gibi darbe öncesi toplumu hazırlama faaliyetleri 12 Eylül öncesi de yaşanmış, toplamsal kutuplaşma, siyasi kavga ve kargaşa tepe yaparak siyasi ve insani hoşgörü ve barış ortamı ortadan kaldırılmış Ülke adeta düşman kamplara bölünmüştür.

Kavgalar, kinler, nefret ve öfkeler, ölümler sosyal ve toplumsal yapıyı yıkmış Ülkeyi yangın yerine çevirmiştir. İdeolojik ayrışma ve toplumsal kutuplaşma; gönüllerin, duyguların ve müştereklerin altını oymuş; kurtarılmış mahalleler, işgal edilmiş okullar, bölünmüş şehirler, birbirine hasım kamplarda mevzilenmiş toplumsal kesimler yaşanan olumsuzlukların ve felaketlerin özeti olmuştur.

Devamında gerçekleştirilen 12 Eylül darbesiyle (Bizim çocuklar başardı diye duyurulan) ilk anda ihtilal öncesi yaşanan kaostan dolayı halkın desteğini arakasına alan ihtilalciler ve akıldaneleri yaptıkları uygulamalarla Milletin birliğine, Devlete olan güvene kibrit suyu sıkmıştır.

Yıllardır yerleşik adet, gelenek ve göreneklerle halkın inanç ve yaşayışına yapılan müdahaleler ve anlamsız icraatlar la halkı Orduya/Devlete düşman hale getirmişlerdir. Daha önce sadece ideolojik temelde (sağ-sol kavgası) yaşanan kavgaların, daha tehlikeli ve daha yıkıcı olan etnik ve dini alanlara taşınmasının alt yapısı oluşturulmuştur.

Yeni kargaşalara, yeni krizlere en önemlisi Ülkemizin başına bela olacak yeni oluşumlara ortam hazırlanmıştır. (Bölücülük, PKK, Tarikat ve cemaatler, FETÖ v.b.). Diğer yandan Milleti ayakta tutan dinamikleri yok edilmiştir.

Zaten darbe ve darbe teşebbüsleri kadar önemli olan diğer bir etken darbe sonrası yaşanan ara rejim, geçiş dönemi her ne ad verilirse onun hızlı ve sancısız geçmesi, atlatılabilmesidir. Yıkıcı etkilerinin tez elden ortadan kaldırılabilmesi, kalıcı olmamasıdır.

12 Eylül sonrası oluşan yönetim anlayışı çok can yaktı, çok canı yaşadığına pişman etti. Kişiliğinden ve ilkelerinden taviz verdiğin oranda baskıyı azalttı, kişiliksizliğe ve ilkesizliğe pirim verdi.

 

Bu acıları yaşayan vatansever masumlar, birileri gibi sızlanmadılar, cıvıtmadılar, sahte kahramanlıklar peşinde koşup siyasi rant devşirme hesabında hiç olmadılar. Devletimize küfredip, bedel istemediler, “Devlet-Ebed-Müddet” deyip yutkundular.

İhtilal dönemi (OHAL/ geçiş dönemleri) zorbalıklarının, baskılarının, cinayetlerinin yasını içten içe tutup ve gözyaşlarını hep içlerine akıtırken, 12 Eylül cuntasının ( v.b.) kucağında pışpışlanan, muhtıralardan ara rejimlerden süt emen, demokrasi karşıtı cepheden gıdalanan, ortada kahraman edasıyla dolaşıp ahkâm kesen bazı zümre ve tipleri hep hatırlarız.

Benzer şekilde 15 Temmuz ayaklanma teşebbüsü sonrası darbe ve darbecilerle mücadele adına darbecileri hukuk karşısına çıkarırken, bu süreçten nemalanma ve siyasi çıkar gözetme kurnazlığı, haksızlığın ve gücün kuralsızlığına sığınıp yararlanmak isteyenleri de göz ardı edemeyiz.

Bu manada ortaya konacak tekçi yaklaşımların, fırsatçılıkların, durumdan vazife çıkarılarak; kurunun yanında yaşta yanar kurnazlığıyla, masum insanlara yapılabilecek haksızlıklara hukuksuzluklara karşı dimdik ayakta kalıp mücadelemizi vermeliyiz, insanlarımıza sahipsiz olmadığını göstermeliyiz. Sahip çıkması, tepki göstermesi, gerekip de gösteremeyenleri de mutlaka bunu yapanlarla birlikte değerlendirmeliyiz,

Geçmişte demokrasi şampiyonu kesilen bazı yazarçizer takımının; darbe dönemlerinde muktedirlere nasıl methiyeler düzdüğünü, nasıl sırnaşıp alkışladıklarını gördük, 15 Temmuz sorası da aynı manzaralara şahit olunacağı muhakkaktır,

Ve en önemlisi o talihsiz ve cinnet döneminin Ülkücü hareket büyük zararını görmüş, çilesini çekmiş ve azabıyla yüz yüze kalmışken; bazı yeni oluşumlara, yeni şerh odaklarına, yol verilmiş, ortam hazırlamış, palazlanmalarına göz yumulmuş, görmezden gelinmiştir…

Yani kısaca 12 Eylül uygulamaları bütün ara rejimler gibi, Ülkemizin başına bela olacak yeni oluşumlara ortam hazırlamıştır. (Bölücülük, PKK, İŞİD, FETÖ v.b.).

Son 15 Temmuz kalkışmasını yapan FETÖ çetesi de 12 EYLÜL darbesiyle kök salmış, yandaşlarına müsamaha gösterilmiş, gelişmesi ve devlete sızması için gerekli planlar hazırlanmış, ortam oluşturulmuş bir oluşumdur.

12 Eylül döneminde teşkilatlanmaya ve yayılmaya ve devlete sızma faaliyetlerine hız veren FETÖ yapılanması (geçmişi nurculuk yapılanmasına dayanan) bu dönemde ve her fırsatta her iktidarda kendisine destek olacak iç ve dış destekçiler ve gafilleri rahatça bulmuştur. Muhataplarını kullanmış, ittifaklar ve iş birlikleri yapmış, yol arkadaşı olmuşlar, bu yollarda beraber yürümüşler (?) ve en önemlisi hepsini aldatarak(?), kandırarak(?), uyutarak devletin kılcal damarlarına kadar sızmış, sızmakla kalmamış bütün yapıları ele geçirdiklerine inanmışlardır.

Artık Türk Milletini yok etme, Türk devletini yıkma aşamasına gelindiğine inanarak 15 Temmuz’da adına hareket ettiği güçlerin(!) teşvik ve talimatlarıyla ve kapıldıkları güç zehirlenmesinin de etkisiyle ayaklanmaya teşebbüs etmişlerdir.

Yetiştirdiği kişiliksiz şahsiyetsiz ve satılmış robotlar vasıtasıyla Türk devletinin en kutsal kurumlarını/binalarını bombalayacak, ekmeğini yediği halkının üzerine kurşun sıkacak duruma gelmiş, getirilmişlerdir.

Ara rejimlerin ürünü olan ve ondan beslenen zihniyetlerin Ülkeye hizmet gibi bir derdi ve hedefi esasen hiç olmamıştır, olmazda. Burada seçilen yol Türk milletini oyalamak, Türkiye’yi meşgul etmek ve gizli gündemlerini alevlenen tartışmaların içine serpiştirip kendilerine gösterilen hedeflere ulaşmaktan ibarettir.

Türk’ün ateşle imtihanı dün de vardı, bugün de devam ediyor, yarın da olacak. İmtihandan geçmek oldukça zor ama bu zorluğa göğüs geren gereği gibi davrananlar yüceliyor, büyüyor. Korkup kaçan ve vazgeçenler ise küçülüyor, cüceleşip yok olup gidiyor.

Ancak kalkışma, muhtıra, post modern darbe girişimi v.b. yapılarla mücadele ederken kullanılan OHAL hukuku ve ara rejim şartlarından istifade ederek başka yollara tevessül etmek, seçilen yöntemler yanlışa götürür. Geçmişten kaynaklı, kişisel odaklı, tarafgir bakış ve hınç duygusu ile hareket etmek, fırsattan istifade hoşlanmadığın kişi ve veya kesimleri bertaraf etme yaklaşımı hukukun güvenirliğine zarar verebilir ve vicdanları yaralar, toplumda oluşmuş birlik beraberlik ruhuna zarar verip zedeleyebilir.

Dün yapılanları misliyle ödetmek, benzer mağduriyetleri muhataplarına yaşatmak, meseleyi alacak-verecek mertebesine kadar indirgemek bu defa da sivil nitelikli “balans ayarı” olarak algılanır ki, bu da tabiatıyla büyük bir yanlışlık olarak yapanların karanlık siciline işlenir.

Ayrıca Türk Silahlı Kuvvetleri’ni top yekûn darbeci göstermeye niyet ve teşebbüs etmek böyle bir algıya sebebiyet vermek içte ve dışta terörle mücadele eden kahramanları terörist olarak göstermek en basit ifadeyle densizlik, vicdansızlık ve edepsizlikle eşdeğer görülür.

İnanarak, bilerek ve bilinçli yapılan icraatlarından dolayı değil de günlük geçim gailesiyle bilmeden belirli faaliyetlerde bulunan, belirli kişi, kurum veya müesseselerle ilişkide bulunan, üye olan, samimi duygularla bağışta bulunup samimiyetle aldanma hakkını kullanan mütedeyyin vatandaşlarımızı zan altına almak, suçlamalara maruz bırakmak kesin delile dayanmadan işinden etmek, ailesiyle birlikte açlığa mahkûm ederek hayatlarını karartmak ne kadar doğrudur iyi değerlendirilmeli.

Haksız ve yersiz uygulama olarak yapılan fişlemelerle, işten el çektirmelerle, adli ve idari zorbalıklarla, dayatmalarla herkesin gözünü korkutmaya yönelik vahim hadiselerden uzak durulmalı. Çünkü eziyet, zorbalık ve haksızlıklar sadece yaşayanları değil çevresini de etkiler, yeni mağduriyetlere, hoşnutsuzluklara ve en önemlisi istismarlara neden olarak toplumda yeni kutuplaşmalar doğurur.

Şayet, Ülkenin bu zorlukları aşması, demokrasinin istikrar kazanması ve bir daha böylesi gelişmelerin ortaya çıkmaması hiç kimsenin böyle bir teşebbüste bulunma şerefsizliğine/hadsizliğine cesaret etmemesi samimi bir şekilde isteniyorsa, adalet müessesi herkesi tatmin edecek bir çabukluk, etkinlik ve tarafsızlıkla yürümelidir. Ve kim ne yaptıysa cezasını çekmeli, bedelini ödemeli, sonucuna katlanmalıdır. (Siyasi uzantıları ve egemen unsurlar dahil)

 

Beş yıl önceki bu tespit ve değerlendirmelerimiz ışığında;

(Kuşku ve korkularımızda ne kadar haklı, tespitlerimizde ne kadar isabet gösterdiğimizi sizlerin takdirine bırakıyorum.)

 

 

Beş yıldır ortaya çıkan köklü değişiklikler yaşanan sıkıntı ve olumsuzluklar 15 Temmuz sonrası oluşan ara dönemin bir sonucu olarak değerlendirilebilir mi?

Öyle ise daha ne kadar devam edecek, 12 Eylül geçeli 40 yılı aştı normalleşemedik bu yaşananlardan sonra nasıl ve ne zaman normalleşebileceğiz?

Yaşadığımız bu ara dönemin sonuçları ne olacak?

Başımıza kimler musallat olup yeni hangi oluşum ve yapılar ortaya çıkacak?

27 Nisan e-muhtırasıyla/bildirisiyle tetiklenen (Cumhurbaşkanının Halk tarafından seçilmesi Anayasa değişikliği) ve en son 15 Temmuz darbe girişimi ve sonrası geçiş dönemi şartlarının tetiklediği 16 Nisan Anayasa değişikliği ile oluşan /oluşturulan bugünkü Tek kişi iradesini öne çıkaran yönetim felsefesine dayanan, devlet yapısını tamamen değiştiren yeni yönetim sistemi; yaşanan buhran ve sıkıntıların nedeni olarak gösterilebilir mi?

Milli benliğimiz ve kimliğimiz üzerinde açılan yaralar, kutuplaşıp parçalanan insanlarımız siyasilerin dayattığı kavgalardan kırgınlıklardan ne zaman uzaklaşıp birbirini kucaklayarak bir olup iri olacak?

Sonuç olarak;

Adil, tarafsız ve herkesin güvenini kazanan uygulamalarla sosyal, toplumsal ve siyasi uzlaşmaya dayanan geniş bir anlayış birliği tesis edilmeli ve Ülkemiz bir daha böyle karanlık dönemleri yaşamamalıdır.

Dileğim, Ülkemizin ebediyen, hak ve hukukun çiğnenmediği, kanunsuzlukların olmadığı, yargının birilerinin arka bahçesi olmadığı, birilerinin bir yerlere sızamadığı, manevi değerlerin istismar edilmediği, kullanılmadığı, karşılıklı hoşgörü, saygı ve uzlaşma kültürüne dayalı birlikte yaşama ülküsünün kökleştiği, en önemlisi yabancıların aklı estikçe at koşturamadıkları bir ülke haline gelmesidir.

“Lider Ülke Türkiye” dua ve temennileriyle sağlıcakla kalın…

Hüseyin ÇAKIR, 15 Temmuz 2021, ANKARA, huseyincakir55@gmail.com

BEŞİNCİ YILINDA 15 TEMMUZ” için 2 yorum

  • 16 Temmuz 2021 tarihinde, saat 05:06
    Permalink

    Teşekkürler Hüseyin kardeşim. Yüreğine kalemine sağlık.Allah bizleri doğru yola yönlendirsin doğru yoldan ayırmasın inşallah.

    Yanıtla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.