Irkçılığa Karşı Yurttaşlık

Share

 

 

Konuralp Ercilasun

 

Türkiye’de kavramlar birbirine karıştırılarak demokrasi adına demokrasinin zıddı savunuluyor. Üstelik bunlar, demokrasi sosuna bandırılarak halka yutturulmaya çalışılıyor. Bir anlamda demokrasi diyerek demokrasiyi öldürecek uygulamalar öneriliyor. Aslında bunu milliyetçilik diyerek milliyetçiliği gömecek politikaların uygulanmasına da benzetebiliriz.

Irkçılığa Hayır! yazımızda halkın gruplara bölünemeyeceği kısmında kalmıştık. Hatırlayacak olursak halkı herhangi bir ırk, mezhep, din, cinsiyet veya hatta parti mensubiyeti gibi tek bir özelliği üzerinden gruplara bölüp buna göre politika üretmenin ayrımcılık olduğunu söylemiştik. Eğer bu özelliği ırka dayandırıyorsak da bunun adı ırkçılıktı.

Bugün bazıları Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da farklı uygulamalar yapılmasını öneriyor. Bunlar da sanki demokrasinin gereği imiş gibi halka sunuluyor. Geçenlerde Barış Doster, bu önerilerin altında yatanları net bir şekilde deşifre etti.[1] Şimdi biz de bu önermelerin ne kadar demokrasiye uygun olduğunu tartışacağız.

Farklı ırktan geldiğini söyleyerek halkın bir kısmının farklı millet olduğunu iddia etmenin ırkçılık olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla bu ön kabul üzerine bina edilecek bütün politikaların temelinde de ırkçılık olacaktır. Ama biz biraz somuttan gidelim.

Demokrasi mi, Grup Hakları mı?

Hadi gelin bu söylenenleri uyguladığımızı farz edelim. Diyelim ki ülkenin belli bir kısmını diğerlerinden ayrı kabul edip farklı politikalar uygulamaya başladınız. Orada okullarda Türkçeden farklı bir dille, mesela Kürtçe ile eğitimi devreye soktunuz. Burada okuyan çocuklar sırasıyla ilk, orta, liseden mezun oldu. Bunların üniversiteye gitmesi gerekecek.

Arka arkaya bazı sorular akla geliyor. İlk soru: Hangi üniversiteye gidecekler? O zaman diyelim ki Kürtçe eğitim veren üniversite de açtı devlet. İyi de, kaç tane açacak? Bir tane mi, on tane mi, yüz tane mi? Beş tane açtı diyelim. Kürtçe eğitim ile mezun olmuş gençlerin o zaman iki yüz küsur üniversiteden sadece bu beşine girebilecek bir eğitimi olacak demektir. Biz bu gençlere iyilik mi yaptık şimdi? Onları kısıtlamış olmadık mı?

Efendim, kısıtlanmış olsa da bu benim kimliğim, sen bana yüz tane üniversite aç. Peki açtık. Hadi yüz üniversitenin kontenjanını dolduracak kadar Kürtçe eğitimle mezun olan genç de var diyelim. Veya kaç kişi olduğuna gerek de yok. Devlet olarak sübvanse ediyoruz nasılsa… Bu yüz üniversiteden de şimdi elimizde iş hayatının, devletin veya akademinin gerektirdiği Türkçeyi bilmeyen üniversite mezunları olacak. Buradan nereye gideceğiz? Türkçeyi kullanmadan hangi işte, hangi devlet dairesinde çalışacaklar? Hangi üniversite diyecektim ama yüz tane açtık ya, oraya girerler. Gerçi orada hangi hocalarla okudular diye bir soru da var ama “Takılmayın kardeşim ayrıntılara.” (Hay Allah! Kumpas davalarının “Büyük resme bakalım.”cıları devreye girdi).

O zaman iş hayatını, devlet hayatını ve her şeyi Kürtçeye göre düzenle. Kürtçe bilen ama Türkçe bilmeyen nüfus bütün kurumlara yetecek hâle gelinceye kadar bunu devlet olarak sübvanse et. Yani aslında dedikleri şu: “Elde bir etnik grup var. Bunu ayrı bir millet hâline getirmek lazım. Ama PKK gibi terörist bir örgüt de kurulsa gelinebilecek nokta ancak dağlarla sınırlı. Bundan sonrası için Türkiye Cumhuriyeti devleti önayak olsun. O, bölücüleri sübvanse ederek bu grubu ayrı bir millet hâline getirsin. Eh ayrı millet olunca ne olacak? Hâliyle bir sınır belirlenip ayrı bir devlet kurulacak.”

Grup Hakları Demokrasiyi Yavaş Öldürür

Grup haklarının eninde sonunda gideceği nokta burasıdır. Grup hakları, demokratik toplumu hemen değil ama adım adım ölüme götürecek bir zehirdir. Bir ülkede yaşayan, her şeyiyle eşit yurttaşlar olmak yerine çeşitli özelliklerine göre bölünmüş gruplardan oluşan bir topluluğu tercih etmek demokrasi değildir.

Ülkemizde mesele Doğu ve Güneydoğu Anadolu bağlamında ve Kürt kökenli yurttaşlar üzerinden tartışıldığı için biz de bu konu üzerinden örneklerle gidiyoruz. Yoksa milleti bir kere bölmeye başladınız mı her özelliği bahane edebilirsiniz. Farklı din, farklı mezhep, farklı şehirden olma, farklı cinsiyet, farklı partiye oy verme gibi… Bu bağlamda bugünkü iktidar tam bir parti ayrımcılığı uygulamaktadır ki eski Türkiye diye kötülenen devirde böyle bir şey yoktu. Bir partinin iktidara gelmesi o partinin devlete sahip olması demek değildir. Sadece belli bir süre yürütme görevini yapması demektir. Neyse biz konudan uzaklaşmayalım.

Ya Yurttaşlık Ya da Hukuksuzluk

Yurttaşlık hukuku, insanlık gelişiminin son birkaç yüzyıllık serüveninde ulaştığı toplum sistemidir. Devlet, yurttaşları arasında ayrım gözetmez. Yurttaşların etnik aidiyeti, ırkı, dili, dini, mezhebi, cinsiyeti veya başka bir özelliği karşısında kör olmak zorundadır. İşin hukuki boyutunu aynı zamanda sitemiz yazar ve editörlerinden olan Gülcan Havva Eraslan, kendi köşesinde yazdı.[2] Kanunlar, mesela “Evlilik yaşı 18’dir ama bu durum filanca bölgenin geleneklerine aykırıdır. O yüzden o bölgede daha küçük evlenilebilir.” diyemez. Burada bölge yerine inanç da koyabilirsiniz. Kanunlarda mevcut olan istisnalar ancak objektif kriter istisnalarıdır. Bu tip sübjektif kriterler üzerinden istisnalar oluşturmaya başlarsanız o zaman bırakın üç beş tane grup için istisna bulmayı, 83 milyonun hepsine ayrı ayrı kriter bulursunuz. Bu durum “İstediğime istediğim kanunu uygularım!” mantığına çıkar ki bu tam da bazılarının arzuladığı ve hatta fırsatını bulduğunda fiilen uyguladığı hukuk sistemidir, daha doğrusu hukuksuzluk sistemi…

 

[1] https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/baris-doster/anayasa-kimlik-siyaseti-ve-emperyalizm-1875333

[2] https://www.aykiri.com.tr/yazarlar/gulcan-havva-eraslan/kakofoni-deryasinda-savrulan-turkiye/413/
#Demokrasi     #Yurttaşlık   #Hukuk

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.