Irkçılığa hayır!

Share

 

 

 

Konuralp Ercilasun

 

Ülkemizde birçok kavramın çarpıtıldığını görüyoruz. Bu çarpıtmalar cahillikten veya saflıktan gelmiyor. Türk milletinin kafasını karıştırmak için kasten yapılıyor. Bizim milletimiz de tarihte bütün kaynakların yazdığı gibi saf olduğundan, içi dışı bir olduğundan herkesi de böyle zannediyor ve birtakım çarpıtmalardaki art niyeti fark edemiyor. İşte bu yazıda bu çarpıtmalardan birini, ırkçılığı deşifre edeceğiz.

Bir konuda tartışabilmek, fikir alışverişinde bulunabilmek için konuşanların kavramlara aynı anlamları vermesi gerekir. Birbiriyle konuşanlar aynı kelimelerden başka mânâları çıkarıyorlarsa o zaman konuşma, anlamsız bir kör dövüşüne dönüşür. Bu sebeple kavramlara doğru anlamları yüklemek gerekir.[1]

Şimdi gelelim ırkçılık meselesine… Irkçılık nedir? Irkçılık bir ırkı diğerlerinden üstün tutma düşüncesidir. Bu düşünce, Batı dünyasında İkinci Dünya Savaşına kadar çok yaygındı. Hatta ABD’de bu düşünce, 1960’ların sonuna kadar revaçtaydı. Hitler Almanya’sı Alman milletinin bir bölümünü diğerlerine üstün tuttu ve başta Yahudiler olmak üzere onları yok etmek istedi. Hâlbuki Almanya’daki Yahudiler, Alman milletinin bir parçasıydı. Hitler bu şekilde kendi milletini bölmüş oldu. Dönemin İngiltere’si ve Fransa’sı da ırkçılık konusunda farklı değildi. Sadece uygulamaları, Hitler’e göre daha yumuşaktı diyelim. Sovyetler Birliğinde de ırkçılık vardı. Niye Çin sınırında bir Yahudi özerk bölgesi var diye düşünebilirsiniz mesela.[2] ABD’de durum, savaştan sonra da devam etti. Tabii uygulamalar giderek yumuşadı. 19. yüzyılda insan yerine konmayan zencilerden, 1950’lerde otobüslerin ön koltuklarına oturamayan zencilere gelinmişti. Tabii bu da bir ırkçılıktı ve ancak 1960’ların sonundan itibaren aşılabildi. Burada sadece Yahudi ve zenci örneklerini vermemiz, bu iki kitleye yönelik ırkçılığın küresel anlamda daha bilinir olmasından dolayıdır. Gerçekte ise Batı’daki ırkçılık, sadece bu iki kitleye yönelik değildi. İngiltere’de başta Hintlilere, Fransa’da da Mağriplilere karşı olmak üzere bütün bir Afrika ve Asya kökenlilere yönelik ırkçılıklar vardı. Özellikle İkinci Dünya Savaşı’nın getirdiği yıkım, bu devletleri, yaptıkları ayrımcılığı gözden geçirmeye itti. Modern dünyada bütün insanlara eşit davranmak gerektiği, gerçeği ortaya çıktı. Tamamen kurtuldular mı, tartışılabilir. Ama artık İkinci Dünya Savaşı öncesi siyasetlerini devam ettirmediklerini, bu konuda daha insani noktaya geldiklerini söylemek mümkündür.

Çağdaş milletler dünyasında ise ırkçılığa hiçbir şekilde yer olmamalıydı. Bir devlet kendi vatandaşlarına eşit davranmak zorundaydı, bu sebeple kendi halkının içerisinde ayrımcı uygulamalar yapamazdı. Şimdi burayı biraz inceleyelim. Çağdaş ulus devlet anlayışına baktığımızda, bir devletin bütün vatandaşlarından oluşan halkı, o devleti oluşturan millettir. Bugün bütün gelişmiş ülkelerde geçerli anlayış budur. Bu anlayışı ülkemiz için Atatürk çok erken bir tarihte o meşhur sözüyle ifade etmiştir: “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.” Atatürk’ün bu cümleyle ifade ettiği gerçek, bugün de küresel anlamda geçerli bir kuraldır.

Türkiye Cumhuriyeti eşitlik üzerine kurulmuştur. Bu eşitlik ilkesi, vatandaşların hepsinin devlet karşısında ve hukuk önünde eşit olmasını getirir. Yani vatandaşlar din, dil, ırk, mezhep, bölge, hayat tarzı, parti mensubiyeti veya başka bir kıstas esas alınarak birbirinden ayrılamaz. Bunları belki somutlaştırmak gerekir. Örneğin; hiç kimse filanca dinden olduğu için devlet hizmetine girme, memur olma hakkından mahrum edilemez veya bunun tersi; hiç kimse filanca dinden olduğu için memur olma yarışında diğerlerinin önüne geçemez. Din yerine yukarıda saydığımız kavramlardan bir tanesini de koyabilirsiniz. Bir kişinin memur olma hakkı ancak ve ancak o kişinin çeşitli objektif kriterlere uygun olup olmadığı ile belirlenir. Bunun en temel belirleyicilerinden biri, yapılan merkezî sınavlardır. Bu örneği, vatandaş-devlet ilişkisindeki bütün sahalara yaygınlaştırarak düşününüz. Tabi düşünceyi daha ileri götürerek, bugün bu eşitlik ilkesine uyuluyor mu, diye sorgulayabiliriz. Haklı bir sorgulamadır. Ama bu, başka bir yazının konusu…

Biz ana konumuza dönelim. Demek ki Türkiye Cumhuriyeti Devleti, hiçbir ayrımcılık yapmadan, herkese eşit hak ve sorumluluk temeli üzerine kurulmuştur. Böyle bir durumda bir vatandaşın Eskişehirli mi olduğu, Antalyalı mı olduğu önemli değildir. Aynı şekilde Sünni mi, yoksa Alevi mi olduğunun da bir ehemmiyeti yoktur. Başka? Bu kişi Müslüman, Hristiyan veya Ateist bir Türk vatandaşı olabilir. Devlet ona hizmet götürürken onun dinini dikkate almaz, almamalıdır. Aynı şekilde bu Türk vatandaşı Çerkez etnik kökeninden, Kürt etnik kökeninden veya bir başka etnik kökenden de gelebilir. Bunlar arasında devlet hiçbir fark gözetemez, eğer gözetirse ayrımcılık yapmış olur. Nitekim cumhuriyet uygulamalarında da herhangi bir Türk vatandaşı, herhangi bir sebeple diğerine karşı imtiyazlı değildir. Sonuçta farklı bölge, din, etnik grup veya mezhepten olsa da “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.” anlayışı çerçevesinde, bunların hepsi aynı milletin ferdi olarak değerlendirilir.

Şimdi buraya kadar okuyanlar diyecekler ki “Yahu hoca, iki artı iki dört eder diyorsun, bunlar bilmediğimiz şeyler değil ki…” Çok doğru, ben olsam ben de aynı şeyi derdim. Zaten böyle bir yazıyı Amerika’da veya Fransa’da yazmaya kalksanız bunlar herkesin bildiği şeyler diye, yayımlatmaya yer bulamazsınız.

Ama şimdi biraz daha yakından bakalım. Hepimiz bu gerçekleri biliyoruz. Peki, toplumda ve siyasette estirilen havaya ne demeliyiz o zaman? Şimdi siz bilinçli bir vatandaş olarak diyorsunuz ki:

“Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları Türk milletini oluştururlar.”

Bir yerlerden hemen sesler yükseliyor: “Hayır efendim, burada Türk var, Kürt var, Laz var, Çerkez var…”

Cevap veriyorsunuz: “Tamam kardeşim, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkı dil, din, ırk, mezhep ayrımı yapılmaksızın Türk milletidir işte.”

Hemen itiraz: “Hayır, Kürtler (veya isterseniz başka bir etnik grup koyabilirsiniz) Türk değildir.”

Soru: “Niye değildir?”

“Efendim, onlar farklı ırk, dilleri de farklı zaten.”[3]

E, şimdi bu ırkçılık değil mi?

Şimdi benzer bir cümleyi mesela Fransa için kuralım:

“Efendim Korsikalılar Fransız değildir, çünkü farklı ırktandırlar, dilleri de farklıdır.” Bu cümleyi Fransa’da kurmanızı hiç tavsiye etmem. Hakkınızda ırkçılıktan dava açılabilir ve Türkiye’deki gibi olayı gargaraya getiremezsiniz.

Şimdi çağdaş değerlere göre oturup bir kere daha düşünelim. Türkiye’de ırklara, dillere, mezheplere, bölgelere göre ayrı siyasetler uygulamak ayrımcılığın ta kendisidir. Irklara göre farklı siyaset uyguluyorsanız veya uygulanmasını talep ediyorsanız düpedüz ırkçısınız. Lamı cimi yok.

[1] Kavramların birliği konusuna sitemiz yazarlarından Hakan Paksoy daha önce dikkat çekmişti. Birinci yazı: https://www.veryansintv.com/bunalimdan-cikisin-sarti-kavramlarda-birliktir. İkinci yazı: https://www.veryansintv.com/bunalimdan-cikisin-yolu-kavramlarda-birliktir-ii.

[2] Stalin, Sovyetler Birliğinde başta Kırım Türkleri olmak üzere birçok halkı sürgünlerle başka yerlere taşımıştı. Yahudiler de bunlardan biriydi. Bugün hâlâ Çin’in kuzeydoğusuna sınır bir toprak parçasında bu özerk bölge varlığını sürdürüyor.

[3] Bu yaklaşımı İkbal Vurucu ontolojik ırkçılık olarak tanımlıyor. Bk. İkbal vurucu, Sona Doğru Kürt Açılımı: Demokratikleşme mi? Yıkım Projesi mi? Sarkaç yayınları, 2012.

#Irkçılık

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.