Neden Milliyetçilik, Nasıl Milliyetçilik

Share

 

 

 

 

 

 

 

Emrah Birgül

 

Milliyetçiliği çağ dışı, ayrımcı, gereksiz, demode gibi tanımlarla vurgulamaya çalışan bir kitle var. Kimisi yarım yamalak bildiği yabancı dilin çeviri metinleriyle, kimisi ise günün popüler fikri neyse onun peşinden gitmenin kendini ayrıcalıklı ve çağdaş göstereceği sanrısıyla bu açıklamaları yapıyor, milliyetçilik düşmanı açıklamalarda bulunuyor. Bunu çeşitli maddi çıkarlar için yapan ikiyüzlüler olduğu gibi bunun gönüllü neferi olmuş zavallılar da mevcut.

Sıkça kullandığım bir kavramla yukarıdaki anlattığım ”tipoloji” neden büyük bir yanlıştadır, bu meseleyi anlatmak isterim;

İçselleştirilmiş Milliyetçilik 

Bağlı bulunduğu milletin temel değerlerine, yaşam standartlarının yüksekliğine, insanına, özgür yaşama hakkına, kültürüne, diline ve fikirlerine sahip olmanın neredeyse içgüdüsel bir yaklaşım haline gelmesini ve bunun toplumsal döngüde doğal olarak yaşanmasını “İçselleştirilmiş Milliyetçilik” olarak nitelendiriyorum.

Size hangi toplumların bunu yaşadığını tek tek sıralamak yerine şöyle bir özet geçmek isterim, insanlar ülkelerini terk edip en fazla hangi ülkelere sığınıyorlarsa o ülkelerin neredeyse tamamında İçselleştirilmiş Milliyetçilik aşaması yaşanmıştır.

Çünkü İçselleştirilmiş Milliyetçilik uydurma, yapay bir fikir değil doğala en paralel olandır.

Özellikle iletişimin ve diğer dünyada yaşanan gelişmelerin neredeyse anlık bir biçimde global olarak takip edildiği bir çağda kim yukarıda saydığım gerçeklikleri kendi ülkesinde ve yaşam alanında görmekten imtina eder?

Peki milliyetçilikle çağdaş bir toplumun getirdiği birlikteliği bize gösteren emareler nelerdir?

  • İlk olarak dünya tarihinde yaşanmış ve halen yaşanmakta olan savaşlar milletlerin özbenliklerini koruyarak bir bütün halinde olmalarının büyük bir avantaj olduğu gerçeğini bizlere göstermiştir. Elbette savaşların birçok boyutu vardır ancak en yakın tarihte Afganistan’da yaşanan örnekte ayrıntılı olarak inceleyebileceğimiz gibi milli bir kimlik çatısı altında toplanamayan toplumlar ilk fırsatta çözülmeye meyillidirler.
  • İkinci olarak yine aynı paralelden bir örnekle devam edelim, iç savaşlar. Dünya tarihinde çeşitli görüş farklılıklarından tutun da , neredeyse kabile boyutuna varan ayrımcılığın yaşandığı ülke ve coğrafyalarda insanlar birbirini katledip çağ dışı rejim ve sistemlerle yönetilmişler, bunu aşanlar ve bu mezalimlerden ders alanlar milli benliklerini geliştirip güçlenirken diğerleri yakın tarihte ve hatta günümüzde dahi ilk fırsatta palayla birbirlerini katletmeye meyilli güruhlar oluşturmuşlardır.
  • Üçüncü olarak aile-toplum benzerliği bu emarelerin başında gelir. İnsan sağlıklı bir ailede doğar, büyür, yeterli destek ve imkanlarla desteklenirse, ülkesinin yaşam standartları yüksekse başına ”ekstrem” bir durum gelmediği takdirde muhtemelen iyi bir yaşam sürer. Toplumlarda birer aile gibi bireylerin geleceğine belirlemede önemli bir yer tutarlar. Toplumun zihinsel ve fikirsel çöküşü gerçekleştiği ölçüde bireylerin yaşamlarında başarılı olabilme şansları azalır. Toplumsal yapıların en güçlü temellerinden biri de millet olabilme bilincidir. Aynı yapının bir parçası olduğunu hissedebilmek, yapının ayakta ve sağlam kalması için gerekli yakıtlardan birini oluşturur.
  • Dördüncü olarak özgürlük burada ek bir maddeyle zihinlerde oluşabilecek ya da bir çelişki zannedilebilecek konuyu açıklamak isterim.

Yukarıda bazı kesimlerin milliyetçiliğe eleştirilerini çeşitli global kanallardan ithal ettiklerinden bahsetmiştim. Burada aklınıza şu soru gelebilir; eğer ”güç” olarak kendini kanıtlamış ülkelerde İçselleştirilmiş Milliyetçilik anlayışı varsa, ”bizim gibi” ülkelere nasıl milliyetçilik karşıtı fikirleri ihraç edebiliyorlar?

Çünkü kendilerinden önceki nesiller İçselleştirilmiş Milliyetçilik anlayışını içlerine sindirip onlara özgür olabilme şansını tanıdılar. İçselleştirilmiş Milliyetçiliğin olduğu ülkelerde özgürlük yaşamın temel kaidelerindendir. Çünkü kimse değer verdiği bir milletin özgürlüğüne zincir vurulmasını istemez.

Dünyadaki marjinal milliyetçilik karşıtı akım ve söylevlerin ortaya çıktığı ülkelere bakın yetişkin nüfusun neredeyse tamamı dünya ile ilgili siyasal konuşmalarının, yazılarının, söylevlerinin bir yerinde kendi milletlerinin ismini bir şekilde uygarlıkla eşdeğer bir mana halinde anarlar bunu kimi zaman ülkelerinin adını geçirmeden yaşadıkları toplumun medeniyetine atıfta bulunarak gerçekleştirirler. Bu ülkelerin maddi ve siyasal odakları bu görüşü benimseyen bir yaklaşımla oluşturulmuştur, yönetimlerinde bu görüşün etkisi açıkça hissedilmektedir. Milli güvenilir alanlarını ihlal etmediği sürece her görüşün konuşulabilmesi için uygun zemini yaratmaktan çekinmezler.

Burada bir konuya daha dikkat çekmek istiyorum, İçselleştirilmiş Milliyetçilik kavramının var olduğu ancak güç kaybettiği milletler çeşitli kaotik dönemlere girebilmektedirler.

Özgürlük alanlarının verimliliğini doğru değerlendiremeyenler değişen dünya ile birlikte sancılı dönemler geçirebilmekte ve imrenilir yapılarından yavaş yavaş uzaklaşmaktadırlar. Şu an emareleri açıkça görünen ancak zamanla daha da anlaşılacak gerçeklik bize gösterecektir ki bir dönem İçselleştirilmiş Milliyetçilik anlayışının yarattığı konfor ve geniş imkanlar dahilinde muazzam dönemler yaşayan ancak milli bilinci çağın tutarsız fikirlerine tamamen teslim etme hatasına kapılacak devletler bugün yaşadıkları güç kaybını misliyle yaşamak durumunda kalacaklardır.

  • Beşinci olarak ise maziden gelen ”değerlerimizin” tekrar hatırlanması da İçselleştirilmiş Milliyetçilikle mümkündür. Elbette maziden gelen her ”şey” pozitif değildir bu yüzden değer kelimesini doğru anlamıyla ele almanızı isterim. Bu geniş bir alan birçok şeye örnek verilebilir ancak temel odaklı yaklaşırsak milletimize dair en çok eleştirisi olan vatandaşların bile karşı çıkmadan onaylayabileceği önemli oranda yitirme aşamasında olduğumuz çok kıymetli değerlerimiz bulunmaktadır.
  • Altıncı olarak birçok ülkenin sırtından ter akıtarak yaratmaya çalıştığı global iletişim ve organizasyon ağı halihazırda sayısal ve kültürel olarak Türklerin doğal avantaj noktalarından biri olmalıdır. Güney Azerbaycan’dan, Doğu Türkistan’a, Kırım’a kadar fiziksel ya da kültürel zulüm içerisinde yaşayan Türklerin varlığının bilinci yeterince anlaşılmalıdır.Bunun yanı sıra Avrupa ülkeleri başta olmak üzere dünyanın dört bir yanında bizi temsil edecek, faaliyet yürütebilecek Türk milletinin evlatları bulunmaktadır.

İçselleştirilmiş Milliyetçilik anlayışı güçlendikçe bağlarımız kuvvetlenecek, dünyanın dört bir köşesinde tiranlar tarafından unutturulmaya çalışılan ortak değerler yeniden hatırlanarak ortak duygu, düşünce ve faaliyetlerle kendini dünyada güçlü bir biçimde konumlandıran, Türklük çizelgesinde bir aktivizim ve yaşam paydası oluşacaktır. Dünyada özellikle pandemi sürecinde bir daha gördüğümüz bir durum var, olması ihtimal dahilinde görülmeyen gerçeklikler karşımıza bir duvar gibi dikilebilir, yarın sınırlarımıza komşu bir Güney Azerbaycan kurulmayacağının ve hatta daha da ötesine geçilemeyeceğini iddia etmek ancak kendi mevcudiyetinin varlığını küçümsemekle olur ki Ulu Önder Atatürk’e sevgi ve saygı besleyen kimsenin böyle bir lüksü yoktur.

Aklı başında hiçbir Türk’ün ebedi önderliğini reddedemeyeceği Mustafa Kemal Atatürk bu ülkenin değerlerini, dünyadan aldığı pozitif gelişmelerle harmanlamış ve sonucunda kutlu bir Cumhuriyet kurmuştur.

Bizim görevimiz bu Cumhuriyetin kazanımlarını geliştirmek,  muhafaza etmek ve ebedi önderimiz olan Atatürk’ün milliyetçi metodolojisinden, yeni dönemin koşullarını da göz önüne alarak faydalanmak olmalıdır.

Hem siz değerli okuyucuyu daha fazla sıkmamak hem de başlıktaki diğer hususu es geçmemek adına İçselleştirilmiş Milliyetçiliğin biraz da nasıl bir tutum içerisinde olması meselesini anlatmak isterim.

Öncelikle varlığımızın ve duruşumuzun nasıl olduğu konusunda daha görünür ve cesur olmak zorundayız.

Ezberletilmiş ve varlığı zorunluymuş edasıyla ”milliyetçilik” kavramının üzerine yüklenen ve çağ dışı kalmış ne varsa bu duvarları yıktığımızı ve dahi yıkacağımızı her fırsatta ve yerde beyan etmeliyiz.

Türk milliyetçisi doğaya saygılıdır, doğadan hem ruhen hem bedenen beslenen bir kültürden gelmesi bile bunda en önemli etkendir.Bu konuda ülkemizin içerisinde bulunduğu zafiyetler hakkında çalışmalar yürütmek bizim için önemli bir gerçekliktir.

Din ve inanç Tanrı ile insan arasında kalan son derece değerli, bunun yanında hususi bir meseledir. Dünyanın dört bir yanında farklı inançlardan mensupları olan bir milletin evlatlarının bu konuda asla sınırlayıcı, zorlayıcı bir bakış açısına sahip olmadığı bilinmelidir.

İnsanların cinsel yönelimlerini özgürce yaşamaları bir toplumun güven ve birlik duygusuna katkı sağlar.

LGBT bireylerin toplumsal eşitlikteki yeri ve hakları güvence altına alınmalıdır, bu konuda kimi çevrelere yaranmak adına sessiz kalınması söz konusu olmamalıdır.

Ekonomik yaşamda ayrıcalıklı zümrelerin, edindikleri haksız güçlerle piyasayı zapturapt altına almaları devletimizin gelişimini ve milletimizin yaşam koşullarını doğrudan etkilemektedir. Ekonomik kalkınma için rekabet kuralları, teşvikler ve vergi düzenlemelerinden bu milletin her ferdi eşit ölçüde faydalanabilmelidir.

Kamusal alanda yasal sınırlar içinde yer alan her ferdin istediği yaşamı sürmesi meselelerimizden biridir, tarihinde esirliğe her fırsatta başkaldırmış bir milletin evlatları sonradan edinilmiş bağnaz kültürel etkileşimlerin sosyal hayata yansımalarıyla kısıtlanamaz.

Sosyal dayanışma ve sosyal adalet bizler için kutsal bir değerdir. Nepotizm bizim anlayışımız içinde yer alamaz.

Biz milletimizin her bir ferdini değerli kılan bir anlayışla bu zihniyetin de karşısında duran bir fikriyattayız. Bununla beraber toplumun dayanışma içerisinde yaşaması için sağlık ve eğitim başta olmak üzere ülkenin temellerini oluşturan tüm kamusal hizmetlerde devletin vermek zorunda olduğu hizmetin yerine getirildiğini görmek, gerekirse bunun için kamuoyu oluşturmak Türk milliyetçilerinin doğal reflekslerinden olmalıdır. Devletin varlığının ideal bir şekilde devam edebilmesi adına kamusal alan-özel alan farkının doğru bir şekilde işlemesi için gereken tüm müdahaleler yapılmalıdır.

Kadın hakları konusunda devrim niteliğinde atılımlar yapılmalı, daha önce kabul edilen ancak işleyişi tam olarak sağlanmadan feshedilen İstanbul Sözleşmesi içeriğinin sosyal hayatta uygulanır hale getirilerek tekrar kabul edilmesi için çalışmalar yürütülmelidir.

Sanat toplumların gelişmesindeki en önemli faktörlerdendir, sanatın her alanında Türk milliyetçileri faal bir şekilde yer almakla mükelleftir. Dogmatik zihinlerin yerleştirdiği kokuşmuş korkuların fikriyatımızda yeri yoktur, sanatın her dalında en profesyonel şekilde kendimizi göstermeli, gerekirse bu konuda bilabedel çalışmalar yürütmek de fikriyatımızın ödevleri arasında olmalıdır.

Milliyetçilik sabit değil aksiyoneldir her alanda çağı yakalamak ve hatta çağın öncüsü olmakla mükelleftir. Bu konu, özellikle bilimsel hassasiyetler açısından ehemmiyeti yüksek alanların, en önünde gelir. Gerek henüz erişemediğimiz, gerekse geri plana düştüğümüz her ”alanda” kalkınma hamlelerini gerçekleştirmek bizlerin asli görevlerindendir.

Listeyi daha fazla uzatmak mümkün ancak meramımı anlatabildiğimi umuyorum. Bizler milliyetçiliğin gereklerini yerine getirerek ”İçselleştirilmiş Milliyetçilik” anlayışını düşünsel yapımıza oturtursak, bizden sonra gelenler milliyetçilik kavramının içine doğacak ve fikrimiz her bir ferdimiz için nefes almak kadar doğal bir refleks haline gelecektir.

Şimdi ve gelecek için; çalışmalı, üretmeli ve yükselmeliyiz.

En içten sevgi ve saygılarımla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.